25 Aralık 2018 Salı

BABAM GİDERKEN-Alberto Barrera TYSZKA

Merhaba, Yeni yıla çok az kaldı. 2018 giderken  ben de yılın sonunda yine ve yeniden bir kurgu romanını anlatmaya koyuldum.. Roman kurgu elbette ancak çok gerçek bir öykü anlatılıyor. Okuycağımız öyküye benzerlik gösteren nice öykülerle çevrili olduğumuzu düşünüyorum. Yakınları bu ölümcül hastalıkla savaşmış birçok aile var, bundan eminim.  Detaylar farkıdır elbette, yani erken teşhis edilmiş olanı, kemoterapiye olumlu cevap vereni veya olumsuz olanı yani şifası olmayanı ama bu hastalık süreci boyunca özellikle hastanın ve yakınlarının yaşadıkları aşağı yukarı benzer gibi geliyor bana. "Yalnız değiliz" etrafımızda yaşadıklarımızı paylaştığımızda anlayacak insanlar bulunur elbette. Ancak, "Ateş düştüğü yeri yakıyor" oda doğru gibi öyle değil mi? Yazar Babam giderken diyerek, pencerenin perdesini aralıyor.  Benimle birlikte aralanmış perdeden başını uzatmak isteyenler,  buyrun romanda anlatılanlara bir bakalım.

"Babam Giderken" romanının yazarı Venezuelalı Alberto Barrera Tyszka. Roman İspanya'dan Herralde Roman ödülünü almış. Bizde Kafka yayınlarından yayınlandı. İlk yayınlanma tarihi Mart 2018. Çevirmen Seda Çıngay Mellor. Romanın künyesi ile ilgili kısa bilgiden sonra konusuna geçebilirim diye düşünüyorum..
Baba (Javier Miranda) ve Oğul (Andres Miranda)'nın geçmişlerinden gelen çok travmatik bir anıları var. Anne Andres küçükken uçak kazasında (uçağın okyanusa düşmesi sonucu) hayatını kaybeder. Bu acıyı oğluna unutturmak isteyen  baba hiç evlenmez ve çocuğuna hem annelik hem de babalık yapar. Andres büyür ve doktor olur. Evlenir ve ailesini kurar. Yıllar geçer ve bir  gün hayatlarında her şeyin yolunda olduğunu düşündükleri bir gün Andres'in babası Javier'e akciğer kanseri teşhisi konulur. Roman babanın hastalığının teşhisi ile başlıyor. Andres doktor olarak babasının düşüp bayılması ile başlayan bu hastalık sürecinin tetkiklerini ilerletir ve  babasının BT'lerinde kanserinin metastatik olduğunu görür. Hastalık akciğerden beyine sıçramıştır. Yani kısacası durumu kötüdür. Babasının çok az bir ömrü kalmıştır. Andres, bunu babasına nasıl söyleyeceğini bilememektedir. Romanın satırlarında baba Javier vücudunda farklı giden bir şeyler hissediyor ama öleceği aklına gelmiyor elbette!
Bu teşhisin ardından, Andres'in dünyası başına yıkılmıştır. Durumun diğer bir zor tarafı da  Andres hem hasta babasının doktorudur hem de babasının oğludur.  Andres'in  bir doktor olarak daha önce bu kötü hastalığa yakalanmış  hastalarına iki veya üç ay ömürlerinin kaldığını söylediği o aileler gözünün önüne gelir ve derin bir sorgulamaya girer. Oysa baba Javier Miranda  hayatında hiç sigara içmemiştir. Bence yazarın "hastanın daha önce hiç sigara içmediğine yaptığı vurgu romanın kapağında da gördüğümüz; "Hayatın salt şanstan ibaret olduğunu kabullenmekte neden bu kadar zorlanırız"ı  düşünmeye zorluyor. Andres babasını yıllar önce çocukluğunda birlikte gittikleri  İsla Margarita'ya götürerek ona bu acı gerçeği söylemeyi planlar. Seyahatin sonunda  hastalıkla yüzleşen babanın sağlığının ağırlaştığı dönemler ve yaşadıkları hissettikleri romanda çok güzel anlatılmış. 
Hikayenin diğer bir ayağı ise ki bence bu okuyucunun içine su serpen kısım Ernesto Duran'ın durumu:) . Bu trajik hikayeyi  okumayı eğlenceli hale getirdiğine emin olabilirsiniz. 
Ernesto Duran adlı roman kahramanımız Andres'in eski hastalarındandır. Karısından boşanmıştır ve yalnızdır. Daha önce kendisine fiziksel bir rahatsızlığının olmadığı söylendiği halde Ernesto, ölümcül bir hastalığın belirtileriyle boğuştuğuna inanmaktadır. Ve bu onda ciddi bir takıntıya dönüşmüştür. Bu durum Dr. Andres'in seketeri Karina  üzerinde ciddi bir etki yapar. Ernesto'ya karşı şevkat beslemeye başlar. Ernesto, Dr Andres'e mesajları ile ne kadar zor durumda olduğunu atmaya devam eder.  Dr. Andres'in cevap verilmeyecek hasta listesine koyduğu Ernesto'nun,devam eden mesajlarını okuyan  doktorun meraklı sekreteri Karina arkadaşının da desteğiyle Ernesto'ya yadım edeceğini düşünerek  Dr Andresmiş gibi  cevap vermeye başlar. Bu noktada işler karışır. Sekreter Karina, Ernestonun psikolojik durumundan o kadar etkilenir ki adeta Ernesto'ya empati yapmanın sınırlarının aşar ve kendi psikolojisi bozulur. :)) Bu bölüm gerçekten çok eğlenceliydi. Hastalık hastası Ernesto'yu okumak zevkli ancak böyle biriyle yaşamak zor olsa gerek :)). İtiraf ediyorum okuması çok eğlenceliydi.   Karina'nın en baştan olaya kendini karıştırması ile hata yaptığı ve başına birşeyler geleceği belliydi zaten. Yani ben öncesinde tahmin ettim.:)) Doktor sekreteri olunca dikkat etmek gerekiyor galiba, değişik insanlarla karşılaşma olasılığı artıyor. :)) Neyse, bu ek bilgiden sonra, son paragrafta şunu şöylemek isterim;    
Bu iki zıtlık yani hastalığı sonucu ölecek Baba Javier ve hasta olmadığı halde öleceğini düşünen Ernesto arasında romanı okurken, hastalığın ve sağlığın anlamını düşündüren, yaşamın doğasını ve absürtlüğünü incelikle işleyen  bir yüzleşme ve kabullenme öyküsü okuyoruz. Bu roman bana; sağlıklı olduğumuz için şükretmemiz ve de  onu korumamız gerektiğini düşündürdü. Ne yapalım ! hayatın böyle de bir yüzü var .. 2018 yılını bu romanla kapatırken Yeni yılda yeni romanlarla görüşmek üzere.  

İyi okumalar

3 Aralık 2018 Pazartesi

BÜYÜK BLOG TAKİP ETKİNLİĞİ





Merhaba, "Open Eyes" kitap bloguma hoş geldiniz. Ben de "Büyük Blog Takibi "etkinliğine hem katıldım hem de yeni katılımcılar kazandırmak için bu etkinliği kendi blogumda paylaşıyorum. Etkinlikte süre kısıtlaması yok. Amaç blogların birbiriyle etkileşimini sağlamak ve bizi birbirimizden haberdar etmek. Ancak bu etkinliğin bazı kuralları var şimdi aşağıda onları sırasıyla paylaşıyorum;

1- Aşağıda yazacağım linklere gidip izle butonuna basarak veya izle butonu yoksa abone olarak linkleri izlemeye almak,

2-Bu linklerdeki "Büyük Blog Takibi " etkinliği ile ilgil yazılan yazıya girerek mesaj bırakmak, şöyle ki; büyük blog etkinliğinde ben de varım diyoruz, linki takibe aldığımızı bildiriyoruz ve kendi blogumuzun linkini mesaja ilave ediyoruz.

3-Kendi bloğumuzda "Büyük Blok Takibi" etkinliği ile ilgili  bir yazı kaleme alıyoruz ve sıraladığımız linklerin en altına  kendi bloğumuzun adresini de ilave ediyoruz.

Yeni takipçilerle bloglarımıza ilginin giderek artması ve birbirimizin yazılarına yaptığımız yorumlarla  neşeli dakikalar ve saatler geçirmek dileğiyle...

Linkler;
https://sadevederinblogspot.com/

https://kelebeketkisi39.blogspot.com/

https://neselisusevim.blogspot.com/

https://esratakim.blogspot.com/

https://lerzankaradan.com/

https://sosyalmedyakafe.blogspot.com/

https://renklihayallerfabrikasi.blogspot.com/

https://melankolikhavalar.blogspot.com/

https://sakuramevsimi.blogspot.com/

https://blogonerr1.blogspot.com/

https://tanerkoc.blogspot.com/

https://kadincada.blogspot.com/

https://ninovakitaplik.blogspot.com/

https://comertbilge.blogspot.com/

htpps://lanetliakreppp.blogspot.com/

https://mavidaktilo24blogspot.com/

https://neseninkitaplari.blogspot.com/

Buraya yazamadığım linklerden özür diliyorum. Merak etmeyin, "büyük blog takibi" çığ gibi büyüyor ...
Katılan arkadaşlara şimdiden teşekkürler 😍



30 Kasım 2018 Cuma

GÜNDE KALANLAR-Kazuo ISHIGURO

Merhaba, yine ve yeniden Kazuo Ishiguro. Bu kez  "Günden Kalanlar" romanı ile sizlere merhaba diyorum :). Öyle bir yazar ki bir romanı bitiyor bir diğeri merakınızı cezbediyor ve okumak istiyorsunuz. Sevdiğiniz bir yemek gibi veya tadı damağınızda kalan ilk kez tattığınız bir tatlı gibi....Nasıl desem, örnekler genişletilebilir tabii :). Her romanın okumak üzere  elinize düştüğünde romandaki hikayeden bağımsız bir hikayesi oluşuyor. "Günden Kalanlar"ın  bende ki  hikayesi şöyle gelişti; Okuduğum romanı bir türlü bitiremedim. Süre verecek olursam. Bir aya yakın bir zamanda bitti.  Bunun nedeni bence Setevens. O romanın baş kahramanı. Ben bu kişiliği çok sevdim. Stevens'ın romanda bahsetmesi gereken şeye bir türlü gelememesi, benim de romanı uzattıkça uzatmamdan rahatsızlık duymamama neden oldu :). Şimdi romanı anlatmaya geçtiğimde ne demek istediğimi anlayacağınızı düşünüyorum :).

Roman 1920 ile 1955'li yıllarda geçmektedir. Stevens bütün hayatını Darlington Malikanesine adamış bir baş uşaktır. Stevens, bir İngiliz beyefendisi olan Lord Darlington'a otuz beş yıl hizmet eder. Ancak, Lord Darlington'un hayatını kaybetmesi ile malikanenin yeni sahibi Bay Farraday olur. Malikanenin yeni sahibi artık Amerikalıdır.  -Romanda bu iki kültür arasındaki farklılıkları okuyoruz- Bu farklılıklardan biri Bay Farraday'ın espiri anlayışıdır. Bu yüzden Stevens espirileri pek anlamamaktadır.  Yani kısacası Bay Farraday Stevens'ın yıllarca alıştığı birlikte çalıştığı ve çok saygı duyduğu  Lord Darlington'a benzememektedir. Stevens malikanenin yeni  sahibi yanında yine baş uşak olarak kalır ancak belli bir yaşa ulaşmıştır. Eskisi gibi hiç hatasız iş yapamamaktadır. Amerikalı Bay Farraday'ın espirili konuşmalarına karşılık verememektedir, yılların İngiliz alışkanlıkları.....  Bay Farraday Stevens'a bir tatil önerisinde bulunur. Ve ona Ford marka arabasını alarak bu tatile çıkabileceğini söyler. Bu çok büyük bir jesttir. Tam da bu dönemde Stevens'a Bayan Kenton'dan bir mektup gelir, Stevens tatilinin rotası içinde, Bayan Kenton'ın yanına gitmek ve onu tekrar yardım için malikaneye çağırmakta vardır. Aslında tatile çıkma önerisini düşünüm kabul etmesinin nedeni biraz da budur. Stevens çok kabul etmese bile gerçek budur :).

Malikanede Stevens ile Bayan Kenton birlikte çalıştıkları dönemde aralarındaki çeşitli fikir anlaşmazlıklarına ve farklı iş prensiplerine rağmen aslında duygusal bir bağ vardır. Ama Stevens o kadar mükemmelliyetçi, işine sadıktır ki bir türlü bu durum ortaya çıkmaz. İşine çok önem veren adeta hayatını işine yani Darlington malikanesine adamış biridir. Yazımın başında bana göre Stevens'ın bahsetmesi gereken konu dediğim ama bir türlü gelmediği yer işte buydu.  Onu maalesef romanın sonunda okuyoruz. Ama galiba artık her şey için biraz gecikmiştir. Aslında tüm roman boyunca, Bay Farraday'ın önerisini kabul eden Stevens'ın İngiltere kırsalında 4 günlük yolculuğu sırasında bize geçmişe dönerek  anlattığı hayatını; uşaklık, baş uşaklık kavramlarını, bu mesleğin itibarını, baş uşaklığa nasıl yükseldiğini, bu mesleğin ona babadan geçtiğini, ayrıca  insan ilişkilerini ve ülkenin "Avrupa'nın" siyasi durumunu da okuyoruz. Stevens yolculuğu sırasında, İngiliz kırsalındaki yaşamı ve doğayı  da anlatıyor. Hayatında  ki tek kadın Bayan Kenton'ı daha önce söylediğim gibi (yazımın üst kısımlarında) yol boyunca anıları içinde anlatıyor, yolculuk sonunda ise Bayan Kenton ile karşılaşıyoruz. Romanın sonu çok etkileyiciydi.
Son olarak, ben bu romanda en çok Stevens'ı sevdim. Bu romandan aklımda kalan Stevens'ın kişiliği oldu. Eşsiz bir insan daha doğrusu roman kahramanı olduğunu düşünüyorum.

İyi okumalar ..
   

2 Ekim 2018 Salı

NASREDDİN HOCA FIKRALARI-Memet FUAT

Bu kez fıkralarla MERHABA, Sonbahar geldi ben kendime geldim, yazı pek sevmiyorum da ondan :))

Memet Fuat tarafından derlenen "Nasreddin Hoca Fıkraları" kitabını Kadıköy'de Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarından aldım. Kitabı rafta görünce paylaşmak güzel olacak diye düşündüm. Kültür kaynağı olan yapıtlar olarak destanlar, halk öyküler, masallar kadar gülmece fıkraları da unutmamak gerekir.
 Üçyüz seksen Nasreddin Hoca fıkrasını bir arada  okuyabileceğiniz yetişkinler için olan bu kitabın elimdeki örneği altıncı basım. Altıncı baskısı Ocak 2018'de yapılmış. Birinci baskısı ise Şubat 2002 yılında ilk olarak yayınlanmış. Çok keyifli bir kitap, Nasreddin Hoca'nın fıkralarını severler için elbette. Gerçi ben sevmeyeni de duymadım.  Ayrıca kitabın başında Nasreddin Hoca'nın fırkraları  üzerine yazarın "Memet Fuat" çok güzel bir inceleme kısmı var. Bu inceleme  kısımdan 4 cümlelik bir alıntı yaptım; 
" Nasreddin hoca 1208 yılında Akşehir'den 108 km uzakta Sivrihisar kasabasının Hortu köyünde doğar....1284'te 76 yaşında Akşehir'de ölür. Türbesi de ömrünün büyük bölümünü geçirdiği bu Selçuklu kentindedir. Bu yaşam öyküsü kanıtsız olsa da tarihte Nasreddin Hoca adında birinin yaşadığı anlatılan fıkralardan bazılarının onun başından geçtiği yadsınamaz. Bunların hangi fıkralar olduğu bugün bilinmiyor. Bilinmesine pek önem verildiği de yok. "   
Kitabın bir fotoğrafını da paylaştıktan sonra (sayfama yerleştirdim bile) çok uzatmadan benim seçtiğim bir-iki Nasreddin Hoca fıkrasını paylaşmak istedim. 


          Gülmek güzel şey, İyi okumalar...


          1-Gelen Buçuğu Sen Alıver

Bir gün Nasreddin Hoca pazarda yürürken adamın biri arkadan  gelip ensesine okkalı bir tokat  patlatmış.
 Hoca dönüp ne oluyor diye bakınca, adam özür dilemeye başlamış:
"Hay Hoca! Sen miydin? Bağışla! Seni bir başkasına     benzettim!"
Tokat öyle özre sığacak tokatlardan değilmiş anlaşılan.
"Ne saçmalıyor adam ?" diye başlayan Hoca sözünü, "Haydi, doğru Kadı'ya!" diye bağlamış.
 Kadı'nın karşısına dikilmişler. Meğer Kadı adamın akrabasıymış. Olan biteni dinleyince şöyle               demiş:
"Sille buçuğadır."
Adam üstümde para yok diye buçuğu bile vermeye yanaşmayınca bu kez Kadı:
 "Var git buçuğu al da gel," diye adamı göndermiş.
 Hoca orada oturakalmış.
 Bekle, bekle gelen giden yok.
 Hoca bakmış ki adam gelmiyor, yerinden kalkıp Kadı'nın arkasına dolanmış ensesine       okkalı bir tokat patlatmış.
 Kadı, "Hey! Ne yapıyorsun?" diye yerinden fırlayınca, Hoca boynunu bükerek şöyle        demiş:
 "Benim önemli bir işim var. O gelen buçuğu sen alıver." :)))

        

             2-Ver Bakalım On Günlük Yövmiyemi
Bir gün Nasreddin Hoca pazarda aldıklarını bir hamalın küfesine yüklemiş.Hoca önde, hamal arkada eve yollanmışlar. Ama evin kapısına geldiğinde Hoca dönüp arkasına bakmış ki hamal ortada yok. Her yeri aramış, aynı yoldan pazara kadar gidip gelmiş, hiçbir yerde yok...
On gün kadar sonra Hoca dostlarıyla gezerken, aralarından biri heyecanla:
"İşte senin aradığın hamal! "diye fısıldamış.
Hoca adamı görünce ortadan yok olmuş.
Tekrar bir araya geldiklerinde dostları:
"Hoca ! Hamalı gördüğün halde niye yakalamadın da ortadan yok oldun ?" diye sormuşlar.
"Ben bu hamalı yitireli on gün oldu," demiş Hoca.
"Adam: On gündür senin yükünü taşıyorum, haydi ver bakalım on günlük yövmiyemi,     dese ben ne yapardım ?" :))






4 Temmuz 2018 Çarşamba

Masal Terapi-Judith Malika LIBERMAN


Yazar, masal anlatıcısı Judith Liberman, seni masallarla oyun oynamaya davet ediyorum, diyor. Kendini bir yol ayrımında mı buluyorsun yoksa kararsızlık içinde misin? Çıkar bu kitabı ve okumaya başla, diyor.

Ben de yazara uydum masalımı rastgele seçtim. Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur zaman içinde.. ile başlayan masallarla büyüyen masal severler.. Sizi bugün  masal okumaya davet ediyorum..  
Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur zaman içinde bir gün büyük kral Süleyman çölde düşünceli düşünceli yürürken, öğlen güneşi altında kavurucu derecede sıcak kumda koşturan bir karınca ile karşılaşmış. Karınca gözlerini görünmeyen bir hedefe odaklamış, bir yerlere koşuyor gibiymiş. Kral, karıncanın gittiği yöne bakmış ama sonsuz kum tepeciklerinden başka bir şey görmemiş. Bu yalnız karınca nereye gidiyormuş ve evinden sürüsünden nasıl bu kadar uzağa düşmüş, diye düşünmüş. Kral hayvanların dilini konuşabildiğinden, sormak için karıncayı eline almış. Ama tam yukarı kaldırırken;

"Büyük  kral beni yere koy amacıma ulaşmama engel olma! Ceylanları takip ediyorum, onlardan uzak kaldığımda kalbime acılar saplanıyor. Beni yoluma bırak demiş"


Kral gülse mi ağlasa mı bilememiş, 

"Ceylanlar mı? Senin gibi toz tanesi o zarif ceylanlardan ne anlar? Gözlerin hiç bir bakışta güzelliklerinin tamamını görebildi mi ki? " diye sormuş.

"Büyük kral gölgelerinin üzerimden zarafetle, su gibi akarak geçtiğini gördüm. Ve o zamandan beri kalbim o güzelliği tekrar görmek için çırpınıyor, diye yanıtlamış karınca.

"Onlara nasıl ulaşmayı umuyorsun? Senin için geçmesi aylar sürecek  bir tepeyi bir atlayışta geçer onlar. Kumda bıraktıkları ayak izine gömülürsün. Senin gibi küçük bir varlık dünyaya hayallerinin gölgesini takip etmeye değil kalabalığın korumasında kalmak için gelir." Bunun üzerine karınca,

"Büyük kral, beni yere koyman için yalvarıyorum. Bir ceylanın ayak izlerinde olduğu sürece ölüm bana tatlı gelir" diye cevap vermiş. 

Masala kömür bize ömür 

Bana masal okumak çok iyi geldi :).


İyi okumalar...



#Masallar #Masalterapisi #Judithmalikaliberman #Doğanegmontyayıncılık #4.baskı

18 Haziran 2018 Pazartesi

ESKİ İSTANBUL HİKAYELERİ - Burhan FELEK

Merhaba, Bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınlarının ikinci baskısını  Şubat 2016 yılında yaptığı Burhan Felek'in "Eski İstanbul Hikayeleri" kitabından geçmişte yaşanmış bir  İstanbul hikayesinin aktaracağım. Yazarımız Burhan Felek'in İstanbul Hikayeleri ilk olarak 1971 yılında kitaplaştırılmış. Kitaptaki hikayeler 1943-1945 yılları arasında yazarın gazeteye yazdığı günlük yazılarından seçilmiş. Dünya, II. Dünya savaşı döneminden geçerken,özellikle İstanbul'da toplumsal yaşam, insan halleri, duygular, düşünceler üzerine eğlenceli ve düşündürücü hikayeler var. Bir de kitabın fotoğrafını her zamanki gibi paylaşmak isterim. :)




Bir Boyacı ile Konuştum 

Kunduralarımı boyatmak istemiştim. Bu kadar zamandır kundura boyatırım, hala alışamadım, herifin karşısına oturup ayaklarımı onun burnuna uzatmaya.Lakin başka çare yok. Boyacılar da berberler gibidir. Eli işlerken dili durmaz. Durmadan söyler. Amma berberler müşterisiyle konuşur boyacılar ise birbirleriyle. Fakat bu sefer rastladığım benimle konuştu.
Bir müddet ayağımın tozunu aldıktan sonra:
-Beyim, siz yokuş bir yere çıkıyorsunuz galiba ?
-Nerden bildin ?
-Kunduralarınızın burnu fazla yenmiş de ondan.
Biraz daha fırçaladıktan sonra:
-Biz adamları ayaklarından tanırız.
-Amma yaptın ha!
-Vallahi tanırız.
-Ben neyim bil bakayım!
-O kadar da değil. Eğer siz bana haftada iki defa gelseniz ikinci haftada şipşak kim olduğunuzu söylerim. Amma şimdi güç...İşte, bir yokuşa çıktığınızı anladım. Paçanızda da çok çamur yok. Demek ki sokağınız paket taşı...Ha! kunduralarınızda ayak izleri var.Üstüne basmışlar. Demek tramvayla gidip geliyorsunuz.Hem de uzakça bir yerden.Çoğu da birinci arabada gidiyorsunuz.Çünkü ayak lekeleri siyah boya değil. Birinci arabada siyah boyalı kundura azdır.Sigara da içmiyorsunuz.
-Ne bildin?
-Elleriniz sarı değil.Üstünüzde zifir kokmuyor.Üstelik kundura boyatırken de içmediniz.Galiba işiniz yazı.
-Nereden anladın?
-Kör kör parmağın gözüne bayım! ellerinizde mürekkep lekeleri var.
-Sen polis hafiyesi ol delikanlı boyacılığı bırak.
-Estağfirullah beyim.Ne yapalım, her gün karşımıza bir sürü insan geliyor. Seyrede ede alıştık. Kalabalık yerlere giriyorsunuz.
-Nerden bildin?
-Şapkanızın üstüne başka şapkalar geçirmişler. Kurdelede izi var.Tenha yerde şapkaları üst üste koymaya ne hacet!
Bir fırça daha vurduktan sonra:
-Yerli mi süreyim Avrupa mı?
-Hangisi iyiyse onu sür.
-Vallahi beyim! İyi fırçalarsan ikisi de aynı.İş, kullanmakta.tabi deri de iyi olmalı.Biz ne deriler görüyoruz.Boya değil altın yaldız vursanmanda gönü gibi donuk duruyor. Kunduraları kaça aldınız?
-Üç sene evvel  otuz beş lira.
-Şimdi elli kağıttan aşağı alamazsın.O da kavaf işi.Bizim gözümüzü yıldıran bunlar değil,zenne kunduraları.Kardeş su yolu oynar gibi çizgileri var.Mübarekler de sinirli oluyorla ha! Çoraba ilişmeyeceksin, boyanırsa çürürmüş.Fırça sert olsa ipliği kaçıyor.Yılan derisi mi istersin, balık derisi mi, sözüm ona domuz derisi bile var.
-Mantarlıları ne yapıyorsunuz?
-Hiç lekeleri zımparalıyoruz.Deriye boya vuruyoruz.Gerçek beyim.Sizin memuriyetiniz nedir?
-Gazeteciyim.
-Desenize. Siz de benim gibi... Biz, kundura boyacılığı yaparız, siz göz boyacılığı.

İyi okumalar..

17 Nisan 2018 Salı

UZAK YILDIZ- Roberto Bolano

Uzun bir sessizlikten sonra tekrar merhaba, Yaklaşık 2 aydır hiçbir şey yazamadım ama bu okumadığım anlamına gelmiyor elbette :) Okumaktan vazgeçemeyenlerden biriyim. Bu ay size tanıtmak istediğim kitabın adı Uzak Yıldız ve yazarı Roberto Bolano. Can Yayınlarından yayınlanmış olan roman 151 sayfa. Romanın orijinal adı, Estrella Distante.
Roberto Bolano Şili'nin Santiago kentinde doğar. Güney Amerika doğumlu yazar, gençlik yıllarını Meksika'da geçirir. Yirmi yaşında Avrupa'ya giderek Katalonya'ya yerleşir. Geçimini bekçilik, mevsimlik işçilik, bulaşıkçılık gibi işlerden sağlarken bir yandan şiirler ve romanlar kaleme alır. Elli yaşında 2003 yılında Barcelona'da genç yaşta hayata gözlerini yumar. 1990'lı yıllarda yazar kırk yaşında iken şansı döner ve romanları basılmaya başlar. Yazar, kendi kuşağıma yazdığım bir aşk mektubu diye tanımladığı "Vahşi Hafiyeler" romanıyla Latin Amerika'nın Nobel'i olarak adlandırılan Ramulo Gallegos ödülünü (1999) alır. Yazarın Can Yayınlarından yayınlanmış ve dilimize çevrilmiş romanları; Lümpen Roman (2016), Katil Orospular (2017), Mösyö Pain (2017) ve Tılsım (2017) dır.

Romanı okuduktan sonra, Latin Amerika ülkelerinde yaşanan gelişmeler ve edebiyat eserleri ile ilgili biraz okumak istedim, ve  şunlarla karşılaştım; "Latin Amerika ülkelerinin yaşadığı toplumsal ve siyasal olaylar "Siyasi ve askeri darbeler, bitmeyen iç savaşlar " etkisinde bu ortama tanıklık eden edebiyat yazarlarının tanıklıklarını farklı tarzda öyküleştirmesini sağlayarak " Latin American  Boom" edebiyat patlaması olarak dünyaya yayılır." Önemli örneklerinden biri olan "Uzak Yıldız" romanı  yazarı  Roberto Bolano da 1970'li dönemlerin bir genci olarak, Meksika'dan Devlet başkanı Allende 'yi desteklemek için ülkesi Şili'ye gitmek üzere yola çıkar. Şili'ye vardığında (Eylül 1973) General Pinotchet 'nin iktidarı ile karşılaşır. Pinotchet karşıtı direnişe katılmaya karar verir ancak tutuklanır. Onbir gün  sonra polis olan arkadaşının yardımıyla tutukluluktan kurtulur ve Meksika'ya döner. "Uzak Yıldız" bu gerçeklilik içinden oluşmuş ve yazılmış bir roman diyebilirim. Bu konuda daha fazla bilgi almak isteyenler için bu linki okumanızı öneririm.
🔗http://t24.com.tr/k24/yazi/latin-amerika,817.

Roman'nın konusuna gelince; Anlatıcı "1971 yılında Allende dönemi (Şili devlet başkanı) Caros Wieder'i görmüştüm, cümlesi ile romana başlıyor. "O zamanlar adı Alberto RuizTagle idi. Alberto, Stein'in şiir atölyesine aynı yıl kaydolmuştu. Stein'e göre şiirleri fena değildi". On yedi ile yirmi üç yaşlarında Edebiyat fakültesinde okuyan bir grup genç güneydeki Concepcion kentinde Juan Stein şiir atölyesine  gelip giderken kendilerinden farklı bir genç ile karşılaşırlar. Alberto onlar gibi üniversitede okumamış, alaylı, şiirle ilgilenen, iyi giyimli ve gizemli biridir. Şili'de şairlerin, edebiyatçıların birbiriyle kavgası sürerken, Carlos daha doğrusu Alberto şiirleri eleştirildiğinde  sakin kaldığı için şiirleri kendinin değilmiş hissini uyandıran, asla metinlerini savunmayan, herkesler yurtta kalırken o merkezde perdeleri hep kapalı bir apartman dairesinde kalır.  Grubun popüler ve güzel kızları olan İkizler Germendia kardeşler de ona hayrandır, hatta aşıktır. Tombul Tıp fakültesinde okumaktadır. Germendia kardeşler kadar güzelliği ile popüler değildir ancak akıllıdır. Carlos Wieder'in şiirlerinin kendisinin olmadığını ve onun Şili şiirinde devrim yapamayacağını inanır, çünkü onun göründüğünden farklı çelik gibi bir iradesini olduğunu söyler. Bibano ve anlatıcı Germendia kardeşlerden hoşlandıkları için Alberto'dan hoşlanmamaktadırlar, Anlatıcının en yakın arkadaşı Bibiano bütün roman boyunca bir muamma olan Alberto Luis Tagle'nin yada Carlos Weber'in en iyi takipçisidir ve anlatıcıya onun hakkında duydukları ile ilgili mektuplar yazar.
Ülkede  darbe olur, sokağa çıkma yasağı başlar, hayatlar dağılır. Korkunç bir dönem başlar. Germendia Kardeşler Şili'yi terk etmezler ancak, yaşadıkları şehir Concepcion'dan ayrılırlar. Nacimiento 'ya giderler ve orada yaşamaya başlarlar.  Romanın bu bölümünde Carlos Wieder  birden bir katile dönüşür, Germendia kardeşleri ziyarete Nacimiento'ya gider ve onları gözünü kırpmadan öldürür.
Değişimle birlikte herkesler anlatıcı dahil tutuklanır. Carlos Wieder ise bir hava subayı, pilottur artık. Kullandığı uçak  Messerschmitt 109 avcı uçağı'dır. Sanki ikinci dünya savaşı geri dönmüştü - bu söylem ironiktir- buda Şili'ye nasip oldu, denir. Carlos, duman ile gökyüzüne İncil'den  yazılar yazar. Carlos bu dönemde adeta yıldızlaşır ve  Şili'nin huzursuz ruhlarının hayranlığını kazanır.Yeni bir dönem başlamıştır....Bundan sonra Anlatıcı ve arkadaşı Bibano'nun  Carlos Wieder'i takibi onunla ilgili yayılan söylentiler üzerinden devam eder. Bibano ve anlatıcı Germendia kardeşlerin ölümünden sonra karşılaştıkları Tombul'dan  ortadan aniden kaybolan  Alberto Luis Tagle'in  medyada çıkan fotoğraflarından Carlos Wieder ile  aynı kişi olduğunu öğrenirler....
Carlos Wieder, General Pinochet diktatörlüğünde yıldızlaşır. Carlos Wieder bir şair midir?, bir katil midir? İşkenceci midir? yoksa hepsi birden midir? şüphesi içinde romanı okurken Şili'nin yakın tarihini ve bir neslin hayatını, Roberto Bolano anlatımıyla belirsizlik, söylentiler, merak ve adeta sisli bir ortam içindeymişiz gibi  çokça hikaye ile birlikte okuyoruz.

İyi okumalar..

11 Şubat 2018 Pazar

Oysa Herkes Kendisiyle Meşgul- Murat GÜLSOY

Merhaba,❤ Ocak ayı boyunca  yeni hikayeler ile meşguldüm. Kitap okuma serüvenime yine Murat GÜLSOY ile devam ettim. "Öyle Güzel Bir Yer ki" ve "Bu Kitabı Çalın" 'dan sonra  "Oysa Herkes Kendisiyle Meşgul"adlı  12 öyküden oluşan kitabı tamamladım. Öykü kitabı 179 sayfa 3.basıma ulaşmış ve Can Yayınlarından yayınlanmış. 1999 yılında ilk baskısı yayınlanmış olan "Oysa Herkes Kendisiyle Meşgul" Murat Gülsoy'un ilk kitabı. Çok ilginç  hikayeler okudum. Hikayelerin baş  kahramanlarının  sesinde ortak bir yön buldum; şöyle bir tarif yapılabilir bence, aslında özünde  çekingen, hatta korkak, her şeyi eline gözüne bulaştırdığını düşünen,  kendini önemli görmek isteyen ama bir anda  zavallı hisseden, kendini değiştiremeyen, hep bir eski sevgili hesaplaşması olan,  kader ve kişisel iradeyi sorgulayan bir kişilik göze çarpıyor. Bu tarz hikaye kitaplarında en sevdiğim şey kitabı okuduktan sonra diğerlerine nazaran aklınızda kalan bir yada  iki hikaye olduğunu fark etmeniz. Ben benim hikayemi buldum, acaba, sizin aklınızı hangisi daha çok meşgul eder :) 
Beni meşgul eden hikayenin adı : Mahşerin Otuz Beş Dakikası
Hikayeyi anlatmak kolay değil çünkü çok boyutlu gibi ama sadeleştirecek olursam şöyle anlatabilirim; Hastaneye, doktor randevusuna koşan bir adam var. Zihninde  öteki kendi ile konuşuyor,  yani hikayede şeytanın avukatı olarak tarif edilen bir ses var, ve o ses geçmişi yargılıyor. Hikayenin ilk satırlarında kahramanın yaşadığı panik ve karamsarlık ölümcül bir hastalığa yakalanmış biri, dedirtiyor okuyucuya. Tedavinin tüm sırlarına hakim gökyüzünde yaşayan güneşin anasına ulaşmaya çalışıyor. Güneşin Anası sizce kim olabilir ? Her yerde insanlar var. Şuanda kırılgan ama bir o kadar kontrolü elden bırakmayan bir adam. Terden sırtına gömleği yapışmış  hastanenin merdivenlerini çıkıyor. O kalabalık içinde yalnız, mahşer günündeki kadar yalnız. Saat 12:25 randevusuna daha 5 dakika var. Sekretere çekinerek yanaşıyor. Sekreter ise oturup beklemesini söylüyor. Onu umursamıyor bile o kadar alışmışlar ki ! Kendine çeki düzen veriyor hikaye kahramanı gurur duyuyor kendiyle randevuya zamanında geldiği için. Bir anda evdeki kendi ile hastanedeki kendini düşünerek  aile bireylerinde geç belirme eğilimi göstermesine karşı, kendisindeki hastalığın erken başlamasının aceleciliğinden olabileceği aklına geliyor. Bir anda babasını düşünüyor ve zihninde babasının aceleciliğini övdüğü sahneleri izliyor. O şeytansı ses beliriyor, er yada geç sonun kaçınılmaz olduğunu hatırlatıyor.  İşte gördüğünüz gibi kahraman herkes gibi  kendisiyle meşgul... :) Daha ne detaylar var bir bilseniz, neyse ben saatin 12:59 'u gösterdiği kısma geçiyorum. Biri beni durdursun yoksa hikayenin tümünü anlatacağım :)) ...
Saat 12:59 ,13:06, 13:14, 13:19 Kafasındaki mahkeme çeşitli başlıklarda yargılamaya devam eder. Sonunda şeytanın avukatının ortaya çıkardığını,  sayın yargıç ve tanıklar öğrenir.Şu ana kadar ne kadar çok şey düşündüğünü fark eder. Düşüncenin hızını düşünür. Sırrının şifresi çözülür, sırrı artık sıradan bir gerçekliğe dönüşür. Saat  13:30'u gösterdiğinde geçmiş gelecek ile kesişir ve doktor onu muayene eder hastalığın önemsiz bir genetik miras olduğunu öğrenir ve rahatlar.
"Gaia ile Tanışma", "Kadınların Gölgesinde" ve "Körebe" kitaptan aklımda kalan diğer hikayelerdi. Bunu da son olarak belirtmek istedim.

İyi Okumalar...