28 Ağustos 2017 Pazartesi

Süper İyi Günler- Mark Haddon

Merhabalar, Mark Haddon , İngiliz yazar, çocuk kitaplarıyla tanınıyor,özellikle zihinsel ve bedensel engelli insanlar üzerine yaptığı çalışmaları var. Yetişkinlere yönelik yazdığı ilk kitap "Süper İyi Günler" 2003 yılında Whitbread Yılın romanı ve yılın kitabı ödülünü almış. Benim de Mark Haddon'ın okuduğum ilk kitabı Türkiye İş bankası Yayınlarından çıkan 7. basıma ulaşan  "Süper İyi Günler" oldu. Bu kitabı bitirdikten sonra çoğu zaman yaptığm gibi okuduğum kitabın yazarının diğer bir romanını arştırdım ve satın aldım. Bundan ötürü, Mark Haddon'ın yine Türkiye İş Bankası yayınlarından çıkan "Küçük Bir Sıkıntı" romanını aldım, ancak henüz okumaya başlayamadım.
"Süper İyi Günler" beni çok etkileyen bir roman oldu. Roman Christopher Boone'nun hayatını anlatıyor. Romanın ilginç olan yanı Christopher'ın otizmli bir çocuk olması ve onun dünyasından dış dünyayı algılama şekli, annesinin ve babasının ilişkilerine bakışı, tespitleri, korkuları ve bir nevi hayatta kalma mücadelesi anlatılıyor. Romanda Christopher bir cinayet olayını aydınlatmaya çalışan çok dikkatli bir dedektif, olayı bulmaca gibi çözüyor. Christopher karşı komşuları bayan Shears'ın  köpeği Wellingto'nn  bahçede bir tırmık saplanmış olarak ölü buluyor. Buna çok üzülüyor ve  kendisi bu cinayetin dedektifi gibi cinayeti yapanı araştırıyor ve yaşadığı bu olayı bir cinayet romanı olarak yazmaya karar veriyor. Aslında Christopher bilim ve matematik ile ilgili kitapları seviyor. 7507'ye kadar bütün asal sayıları sayabiliyor ve düzenli olmak onun hayatta güven içinde olmasını sağlıyor. Christopher'in da herkes gibi iyi günleri ve kara günleri var, caddede peş peşe 5 kırmızı araba görmesi onun için  süper iyi bir gün olacağı anlamına geliyor.
Otizimli bir çocuğun dünyasını yakından tanımak ve onun iç sesine kulak vermek için çok güzel bir roman.
Herkese kendi anlamlandırdığı şekilde, süper iyi günler dilerim.

İyi okumalar...

10 Ağustos 2017 Perşembe

KÖRLÜK- JOSE SARAMAGO

Merhaba, bugün Portekizli yazar Jose Saramago'nun  romanı Körlük'ten bahsetmek istiyorum. Romanda anlatılan olaylar tek kelimeyle bir kabus gibi. Romanın konusuna gelince, bir şehirde kırmızı ışıkta duran bir kişinin aniden kör olması ile başlıyor hikaye. İlk kör evine kadar yardımsever duygularla henüz kör olmayan  o anda yoldan geçen başka biri tarafından getiriliyor. Henüz bir kişinin görme yeteneğini kaybetmesinin hayatın akıcılığına vurduğu darbe romanın ilk sayfalarından itibaren soğuk kanlılıkla  anlatılıyor. Bu arada  yazar romanda roman kahramanlarına isimleri ile hitap etmiyor.(Örneğin; ilk kör, doktor, doktorun karısı, siyah gözlüklü kadın  olarak anlatıyor).
Romanda körlük karanlıklara gömülmek değil, bembeyaz bir boşluğa gömülmek olarak anlatılıyor.
Romanın can alıcı noktası; göz doktoruna vakanın ulaşması, doktorun muayene etmesi ve ardından kendisinin de kör olması ve körlüğün bulaşıcılığını  sağlık bakanlığına ve üst makamlara rapor etmesi. Roman, körlüğün daha fazla artmaması için akıl hastanesine karantinaya gönderilen ilk belirlenen körler ile sayısı her gün artan körlerin karantinaya gelmeye devam etmesi, hastanede asayişi sağlamaya çalışan askerlerin kör olmaya başlaması ile devam ediyor. Hastanenin diğer koridorunda henüz kör olmamış, her an kör olacak insanlar da var.
Yazar, adeta insanlığın yarattığı düzenin tepe taklak olduğu, kimsenin birbirine yardım edemediği, kaosun baş gösterdiği, beyaz körlüğün hızlıca yayıldığı, pisliğin arttığı, insan leşlerinin kentin ortasında yüzdüğü, ölülerin gömülemediği bir ortamı tasvir ediyor. Bu körlük çıkmazı içinde görmeden hayatlarını yaşamaya çalışan bir grup insanın çaresizliğine kentte gözleri gören tek kişi olan bir kadın rehbelik ediyor.  Konunun ürkütücülüğü yanında hala gözü gören bir kurtarıcının olması adeta kör olan şehirdeki bütün insanların çaresizliğinin ve yaşama savaşının gözü oluyor.


9 Ağustos Kitapseverler Günümüz Kutlu Olsun.
İyi okumalar...