Merhaba, Bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınlarının ikinci baskısını Şubat 2016 yılında yaptığı Burhan Felek'in "Eski İstanbul Hikayeleri" kitabından geçmişte yaşanmış bir İstanbul hikayesinin aktaracağım. Yazarımız Burhan Felek'in İstanbul Hikayeleri ilk olarak 1971 yılında kitaplaştırılmış. Kitaptaki hikayeler 1943-1945 yılları arasında yazarın gazeteye yazdığı günlük yazılarından seçilmiş. Dünya, II. Dünya savaşı döneminden geçerken,özellikle İstanbul'da toplumsal yaşam, insan halleri, duygular, düşünceler üzerine eğlenceli ve düşündürücü hikayeler var. Bir de kitabın fotoğrafını her zamanki gibi paylaşmak isterim. :)
Bir Boyacı ile Konuştum
Kunduralarımı boyatmak istemiştim. Bu kadar zamandır kundura boyatırım, hala alışamadım, herifin karşısına oturup ayaklarımı onun burnuna uzatmaya.Lakin başka çare yok. Boyacılar da berberler gibidir. Eli işlerken dili durmaz. Durmadan söyler. Amma berberler müşterisiyle konuşur boyacılar ise birbirleriyle. Fakat bu sefer rastladığım benimle konuştu.
Bir müddet ayağımın tozunu aldıktan sonra:
-Beyim, siz yokuş bir yere çıkıyorsunuz galiba ?
-Nerden bildin ?
-Kunduralarınızın burnu fazla yenmiş de ondan.
Biraz daha fırçaladıktan sonra:
-Biz adamları ayaklarından tanırız.
-Amma yaptın ha!
-Vallahi tanırız.
-Ben neyim bil bakayım!
-O kadar da değil. Eğer siz bana haftada iki defa gelseniz ikinci haftada şipşak kim olduğunuzu söylerim. Amma şimdi güç...İşte, bir yokuşa çıktığınızı anladım. Paçanızda da çok çamur yok. Demek ki sokağınız paket taşı...Ha! kunduralarınızda ayak izleri var.Üstüne basmışlar. Demek tramvayla gidip geliyorsunuz.Hem de uzakça bir yerden.Çoğu da birinci arabada gidiyorsunuz.Çünkü ayak lekeleri siyah boya değil. Birinci arabada siyah boyalı kundura azdır.Sigara da içmiyorsunuz.
-Ne bildin?
-Elleriniz sarı değil.Üstünüzde zifir kokmuyor.Üstelik kundura boyatırken de içmediniz.Galiba işiniz yazı.
-Nereden anladın?
-Kör kör parmağın gözüne bayım! ellerinizde mürekkep lekeleri var.
-Sen polis hafiyesi ol delikanlı boyacılığı bırak.
-Estağfirullah beyim.Ne yapalım, her gün karşımıza bir sürü insan geliyor. Seyrede ede alıştık. Kalabalık yerlere giriyorsunuz.
-Nerden bildin?
-Şapkanızın üstüne başka şapkalar geçirmişler. Kurdelede izi var.Tenha yerde şapkaları üst üste koymaya ne hacet!
Bir fırça daha vurduktan sonra:
-Yerli mi süreyim Avrupa mı?
-Hangisi iyiyse onu sür.
-Vallahi beyim! İyi fırçalarsan ikisi de aynı.İş, kullanmakta.tabi deri de iyi olmalı.Biz ne deriler görüyoruz.Boya değil altın yaldız vursanmanda gönü gibi donuk duruyor. Kunduraları kaça aldınız?
-Üç sene evvel otuz beş lira.
-Şimdi elli kağıttan aşağı alamazsın.O da kavaf işi.Bizim gözümüzü yıldıran bunlar değil,zenne kunduraları.Kardeş su yolu oynar gibi çizgileri var.Mübarekler de sinirli oluyorla ha! Çoraba ilişmeyeceksin, boyanırsa çürürmüş.Fırça sert olsa ipliği kaçıyor.Yılan derisi mi istersin, balık derisi mi, sözüm ona domuz derisi bile var.
-Mantarlıları ne yapıyorsunuz?
-Hiç lekeleri zımparalıyoruz.Deriye boya vuruyoruz.Gerçek beyim.Sizin memuriyetiniz nedir?
-Gazeteciyim.
-Desenize. Siz de benim gibi... Biz, kundura boyacılığı yaparız, siz göz boyacılığı.
İyi okumalar..